15 Mayıs 2011 Pazar

Tayyip Erdoğanda Mason Çıktı-işte o video

tbtorg
Tayyip Erdoğanın mason olduğu ortaya çıktı....,tayyip mason,mason tayyip

BURADAN İZLE

BURADAN İNDİR
Devamını oku

1 Mart 2010 Pazartesi

BOZKURT VE ERGENEKON DESTANI

tbtorgBozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı, Büyük Türk Destanı'nın bir parçasıdır ve Gök Türkler çağını konu alır. Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı'nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır. Çin tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt Destanı'nın bittiği yerde, Ergenekon Destanı başlar. Bozkurt Destanı'nın devamı, Ergenekon Destanı'dır.


BOZKURT DESTANI

Bozkurt Destanı, Çin kaynaklarında kayıtlıdır ve iki ayrı söyleniş biçimi vardır. Ama bu ikisi arasında pek az fark vardır.


Birinci Söyleyiş

Hun Ülkesinin kuzeyinde So adı verilen bir ülke vardı. Burada, Hunlarla aynı soydan olan Gök Türkler otururdu. Bir gün Göktürkler So Ülkesinden ayrıldılar. Bu sırada başlarında Kağan Pu adlı bir yiğit vardı. Kağan Pu'nun on altı kardeşi bulunuyordu. On altı kardeşten birinin annesi bir kurttu.

Annesi Göktürklerce en kutsal yaratıklardan biri olarak bilinen ve böyle kabul edilen bir kurt olduğu için delikanlı, rüzgârlara ve yağmura söz geçirir, bu iki kuvveti buyruğu altında tutardı.

Bununla beraber, So Ülkesindeki yurtlarından ayrılan Göktürkler düşmanlarının baskınına uğradılar.

Bu baskında düşmanlar bütün Gök Türkleri yok ettikleri gibi on altı kardeşten sadece birisi kurtulabildi. Kurtulan delikanlı annesi kurt olan idi.

Bu delikanlının da, birisi yaz diğeri de kış ilâhının kızı olan iki karısı vardı. Baskından sonra her ikisinden ikişer oğlu oldu. Zamanla kalabalıklaşıp çoğalan halk, çocuklardan en büyüğünü kendilerine Hakan seçtiler; o zamanki adı Göktürk dilinde değildi. Hakan seçilir seçilmez Göktürkçe olmayan bu adını bıraktı ve Türk adını aldı.

Ondan sonra Türk on kadınla evlendi, birçok çocukları oldu. İçlerinden Asena adını taşıyan biri hakanlık tahtına geçince boyun adı da Aşina oldu.


İkinci Söyleyiş

Hunların bir boyu olan ve adına Aşina denilen Türk boyu Hazar Denizinin batı taraflarında yerleşmişti. Türklerin ilk atası olarak biliniyordu. Rahat ve huzur içinde otururlarken bir gün ansızın düşmanların baskınına uğradılar. Baskının sonunda kimse sağ kalmadı.

Her nasılsa küçücük bir çocuk bu baskından sağ kalmış bir köşeye sığınmıştı. Düşmanlar onu da gördüler. Fakat, cılız ve küçük bir çocuk olduğu için kimse ondan korkmadı ve ona aldırmadı. Hattâ içlerinden acıyanlar bile çıktı. Ama düşman yine de her ihtimali düşünüp, çocuğu öldürmektense kolunu bacağını kesip orada öylece bırakmayı uygun gördü; düşündükleri gibi yaptılar.

Kolunu bacağını kesip, yan ölü hâle getirdikleri çocuğu alıp bataklıkta bir sazlığa attılar; bırakıp gittiler.

O sırada, nereden çıktığı bilinmeyen bir dişi Bozkurt göründü, geldi, çocuğu emzirdi. Yaralarını yalayıp iyi etti. O günden sonra da, avlanıp getirdiği yiyeceklerle çocuğu besleyip büyüttü, gücünü kuvvetini arttırdı.

Zamanla Bozkurt'un beslediği çocuk gürbüzleşti.

Günlerden sonra bir gün, baskın yapıp Aşina soyunu yok eden düşman başbuğu, kolunu bacağını keserek sazlığa attıkları çocuğun yaşadığını öğrendi. Adamlar gönderip durumu öğrenmek, sağ kaldı ise öldürtmek istedi.

Düşman başbuğunun gönderdiği asker geldiğinde, kolu bacağı kesik gencin yanında bir dişi Bozkurt gördü. Dişi Bozkurt tehlikeyi sezmişti, dişleriyle gerici yakaladığı gibi denizin öte yanına geçirdi; orada da durmayıp Altay Dağlarına doğru götürdü. Orada, her tarafı yüksek dağlarla çevrili bir yaylada bir mağaraya yerleştirdi, onunla evlendi; on oğlan doğurdu!

Mağaranın bulunduğu yayla yeşillikti; serin gür suları, meyve ağaçlan, av hayvanları vardı. Oğlanlar orada büyüdüler, orada evlendiler. Her birinden bir boy türedi. Bunlardan birinin adı da Asine boyu idi.

Asine, kardeşlerinin içinde en akıllı, en gözü pek, en yiğit olanı idi. Bu yüzden Türk Hakanı o oldu.

Soyunu unutmadı. çadırının önüne her zaman, tepesinde bir kurt başı bulunan bir tuğ dikti.

Aradan çok yıllar geçti. Aşina boyuna Asençe adlı bir başka yiğit hakan oldu. Bunun zamanında ise Aşine boyu, bulundukları yerden çıkıp daha güzel yurtlara yerleştiler.

*****

ERGENEKON DESTANI

Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.

Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: ''Türkler'e hile yapmazsak halimiz yaman olur!''

Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, "Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar'' deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler'i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler'i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.

O çağda Türklerin başında İl Kağan vardı. İl Kağan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kağan'ın bir de Tokuz Oğuz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oğuz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: ''Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.'' Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.

Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.

Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye ''Ergenekon'' dediler.

Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oğuz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oğuz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.

Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: ''Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.''

Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: ''Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir. Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.

Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar.

Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demiri ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kağanı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.

Ergenekon'dan çıktıklarında Türklerin kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türklerin buyruğu altına girene kadar. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kağan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti'ni dört bir yana egemen kıldılar.
Devamını oku

Ümit Zileli-Dosyalar ABD'den

tbtorgErgenekon’da 10. dalga da tamamına erdi!..

Hedefte bu kez kimler vardı?.. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, ordu komutanlığı yapmış emekli generaller, muvazzaf ve emekli subaylar yani ordu, aralarında YÖK’ü 8 yıl yönetmiş bir profesörün de bulunduğu bilim insanları yani üniversite ve “hukuk abidesi” kimliği ile ülkenin en saygın hukukçularının başında gelen Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı yani yargı… Sonra ne oldu?

- Hemen tümü serbest bırakıldı!..

Taktik, diğer dalgaların tıpkıbasımı gibiydi; ülkenin yurtsever, saygın isimlerini alırsın, yanlarına da bir iki “kirlenmiş” ismi eklersin, al sana operasyon!.. Eski İçişleri Bakanı, emniyet teşkilatının efsaneleşmiş isimlerinden Sadettin Tantan’a bizim gazete operasyonu sormuş, iki sözcüklü yanıt neresinden baksanız dehşet verici:

- Yabancıların operasyonu!..

Tantan, Türkiye’nin istikrarsızlaştırıldığını, yeni yol haritalarının çizilmek istentiğini vurgulayıp tarihe kazınacak şu değerlendirmeyi de eklemiş:

- Ülke Ergenekon ile meşgul edilirken, Kürdistan’ın kurulması, Apo’nun serbest bırakılması, devlet gücünün hükümetsel güç olarak kullanılması arzusu var. Bunu okumamak için aptal olmak lazım…

Başka söze gerek var mı?..

***

Bu dalga da işbirlikçileri kesmedi!..

Daha 10. dalganın tozu dumanı ortalığı kasıp kavururken, yaşamını “tetik çekerek” kazanan işbirlikçiler, “11. dalga geliyor” kampanyası başlattı. Bu kez hedefte kimlerin olduğunu da özenle belirtmek kaydıyla tabii…

- Siyasiler ve medya!..

Star gazetesinin başyazarı Mehmet Altan, “Medyadaki Ergenekoncular” başlıklı yazısında, “Ergenekon tablosunun dehşetini yok saymanın nedeni nedir” sorusunu sorup, ardından şu dehşetengiz yargıya varıyor:

- Galiba bunu medyadaki Ergenekon çözülünce anlayacağız. Bakarsınız bu da tahminlerden önce gerçekleşir…

Müthiş değil mi?.. Hani kendini tutamasa isim ve tarih de verecek!.. Zaten tahminleri varmış da, daha önce de olabilirmiş!..

Aynı gazetede daha Ergenekon iddianamesi yazılmamışken “içeriden aldığı bilgilerle” kitap yazan Şamil Tayyar, iyice kendini kaybedip “Deniz Bey sosyalist lideri hatırla” başlıklı yazısıyla ülkenin ana muhalefet liderini tehdit ediyor. İtalya’daki “Temiz Eller” operasyonuna gönderme yapıp Sosyalist Parti Genel Başkanı ve eski Başbakan Bettino Craxi’nin yargı önüne çıkarıldığını yazıyor ve şöyle diyor:

- Deniz Bey’in kulakları çınlasın…

Bu adamcağıza “Temiz Eller” operasyonunda sosyalist başbakanın yanı sıra üç de Hıristiyan Demokrat yani sağcı başbakan, 25 bakan, 100 üst düzey bürokrat ve 400 milletvekilinin yargılandığını anımsatmak gerekiyor. Peki savcılar bu işi nasıl başardı? Çünkü yargı gerçekten bağımsızdı (örneğin, adalet bakanı, Savcı ve Hâkimler Yüksek Kurulu Başkanı değildi!) ve milletvekillerinin dokunulmazlığı yoktu da ondan!.. Bunları bilmemek ayıp, bilip de saklamak ise çok ayıp…

Gelelim Taraf gazetesinde Neşe Düzel’in Mahmut Övür’le yaptığı söyleşiye… Sabah gazetesi yazarı Övür, 11. operasyonun eli kulağında olduğunu belirttikten sonra hedefte kimlerin olduğunu da açıklıyor:

- Siyasetçiler ve medya!..

Övür öylesine anlatıyor ki, isimlerini vermese de çoğunun kim olabileceğini anlayabiliyorsunuz. Şu tanımlamaya bakın:

- 11. operasyon asıl olarak, 90’ların ikinci yarısında ve 2000’lerin başında etkin olan politikacılara ve medyanın darbeci damarına yönelik…

Nasıl ama?.. Bitmedi, Öbür emekli askerlere de çok daha etkin operasyon yapılacağını, bir eski genelkurmay başkanının da bu operasyonda yer alacağını söylüyor!.. Müjdeyi de veriyor:

- Ergenekon’da daha pek çok dalga yaşanacak!..

Ama ben en çok son bölümü sevdim. Övür diyor ki;

- BEN DOSYALARIN ABD’DEN GELDİĞİNİ, OPERASYONUN SADECE KENDİ GÜCÜMÜZLE OLMADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM…

Bundan daha açık bir itiraf olamazdı!..

NOT: Ali Bayramoğlu, Tamer Korkmaz, Mümtazer Türköne vb... büyük tesadüf eseri neredeyse aynı sözcüklerle “medyadaki Ergenekoncuları” yazan kalemşorları unutmuş değilim, yalnızca yerim bitti…
Devamını oku

BİZ KİMİZ?


tbtorg


Ülkemizi içerden ve dışardan bölmeye çalışan işbirlikçilere karşı
Ülkesinin ve ulusunun her alanda tam bağımsızlığını savunan bu uğurda
her şeyini feda etmeye hazır bir avuç Türküz.

Din,dil,ırk ayrımı yapmaksızın ulusuna ve ülkesine sadakatle
hizmet etmek isteyen herkese kapımız açıktır.

Ulusunu ve ülkesini seven bu uğurda her şeyini feda edebilecek
ve her şeyi göze alabilecek kadar ülkesine ve ulusuna inancı tam
olanlar bize katılın!
Devamını oku

27 Şubat 2010 Cumartesi

Türk Milliyetçileri birleşirse!-Özcan Yeniçeri

Kozmik oda aramaları, darbe planları, suikast iddiaları, intiharlar, Reşadiye katliamı, Generallere yönelik operasyonlar, medyanın makas değiştirmesi, HSYK Kararları ve Anayasanın değiştirilmesiyle ilgili talepler; bütün bunlar büyük bir resmin küçük parçalarıdır. Türkiye, küresel gücün bölgesel ihtiyaçları için yeniden dizayn ediliyor. Yaşanan sancıların gerçek nedeni budur. Günü birlik olarak yaratılan rafine gündemlere takılıp kalmak körlük yaratır.
Küresel aktör ABD ile AB’nin “Çağın en etkili gerici gücü olan milliyetçiliğe” bakışı aynı zamanda AKP iktidarının bakışıyla örtüşmektedir. Türkiye için öngörülen milliyetçilik, etkisizleştirilerek marjinalleştirilmiş, etnografik ve nostaljik bir milliyetçiliktir. Küresel güçler, Türkiye için, iktidara gelecek kadar güçlü olmayan, yeraltına kayarak küresel güçlerin çıkarlarını tehdit edecek kadar da marjinal bulunmayan evcil bir milliyetçilik ön görmektedir. İddiasız, idealsiz ve içeriksiz bir söylem milliyetçiliği öngörülmektedir.
Aidiyetleri ayrıştırmanın, yüreklerin ortak vurmasını engellemenin, farklılıkları kutsamamın tek bir hedefi vardır; o da millete duyulan aidiyet hissini aşiret, etnisite, klan, boy, bölge, hemşeri ve kent boyutuna indirgemektir. Böylece ülkeye, millete ve bütüne duyulan bağlılık bölge, aşiret, mezhep ve etnisite seviyesine indirgenerek güçten düşürülmüş olacaktır.

Milliyetçiliği güçten düşürme!
Bush döneminin ABD’nin Dışişleri Bakan Yardımcılarından Fried, Türkiye’deki milliyetçiliğe yönelik olarak değerlendirme yaparken “Gururlu insanlar, milliyetçi olmaz, gururlu insanlar dünyaya açık olur” demişti. ABD’li yetkililerden birisi de “Türkiye’deki kavgacı milliyetçilikten endişeliyiz” türünden sözler etmişti. Salman Rushdie ise “Bende aidiyet hissi ülkelere karşı değil şehirlere karşı. Irkçılık, milliyetçilik ötekine bakmayı bilmeyenleri cezbediyor” demişti. Bütün bu değerlendirmeleri aynı dönemde gazeteler manşetten vermişti. Ardından da Türkiye’deki bazı siyasetçi ve akademisyenler milliyetçiliği ABD perspektifine ve çıkarlarına uygun biçimde tanımlamaya kalkmışlardır: Bu bağlamda “Milliyetçilik virüstür” ya da milliyetçilik “modernleşme sürecinin ürettiği sari bir hastalıktır” türünden değerlendirmeler yapmıştı.
Bunları hatırlatmamızın nedeni milliyetçiliği etkin bir güç olmaktan çıkarmak için iç ve dış güçler arasındaki koordinasyona vurgu yapmak içindir. Milliyetçiliğin Türkiye’de etkin bir konuma gelmemesi için iç ve dış çıkar çevreleri ellerinden gelenin fazlasını yapmaktadır.

Ayrılık her anlamda yanlıştır!
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Alparslan Türkeş’in vefatının ardından kurulmuş olan Aydınlık Türkiye Partisi’ni ziyaret etmesi bu bakımdan anlamlıdır. Bahçeli’nin ATP’yi ziyaret ederek, “Baba ocağında birleşelim” çağrısı yapması üzerinde durulmayı hak ediyor. Bahçeli’nin Türk Milliyetçilerini bir araya toplama söylemi Türk Milliyetçiliği yönünden umut verici bir gelişmedir.
MHP, Milliyetçiler bir yana Türk milleti kavramıyla sorunu olmayanları bir araya getirmenin yollarını muhakkak bulmalıdır. MHP iktidarı için başka çıkar yol yoktur. Hal bunu şart koşarken ayrılık/gayrılık üretenlerin kime ve neye hizmet ettiklerini bir kez daha düşünmelerinde yarar vardır.
Aydını, siyasetçisi, bürokratı, gazetesi, gazetecisi, sivil toplumcusu bütün milliyetçileri bir hedefe yöneltmeden gerçek anlamda Milliyetçi bir iktidar kurulamaz. Çünkü asıl olan formel değil fonksiyonel iktidar olabilmektir. Fonksiyonel iktidar ise ancak iddiası, tezi, davası, istikameti olan kadroların omuzları üzerinden yükselir.
Fikir, ahlak, iman ve vefa bakımından sıfırı tüketmişlerden bunu beklemek mümkün değildir. Bizden hatırlatması.
Devamını oku

Adil olan ne?-Şuayip Özcan

Adil olan ne?
Meclis, çıkardığı bir yasa ile üniversitelere başörtüsü ile girmeyi serbest bıraktı. Yargı bir karar alarak yasayı iptal etti.
Hükümet ve yandaşları “yargı siyasallaşmıştır, ideolojik karar alıyor” diye feryada başladı. “Ey halkım, bakın biz sorunları çözüyoruz fakat karşımızda karşı ideolojiyi temsil edenler var, izin vermiyorlar” dendi.
YÖK bir karar alarak katsayı farkını kaldırdı. Yargı yapılan başvuru üzerine alınan kararı iptal etti. Başta Başbakan olmak üzere YÖK Başkanı, Bakanlar olayı ideolojik olarak kabul edip çok ağır şekilde eleştirdiler.
Dahası Bülent Arınç daha ileri giderek tehdit edip “Ne Arınç, ne Danıştay kalacak” diyecek kadar çirkinleşti.
Her iki olayda da alınanlar bir eğitimci olarak beni de rahatsız etti. Hiç de kabullenemedim. Ancak karar yargıdan geldiği için diyecek bir şey de olmadığını düşünüyorum.
Yapılacak ise hükümetin konuya çözüm bulmasıdır. Çözüm bulunurken, sağa sola saldırarak, intikam alırcasına değil de, demokrasinin gerekleri doğrultusunda olmasıdır.
Diğer bir konu ise, geçmişte adil olmadığını savunduğumuz rektör ve dekan atamalarıydı. En az bizim kadar bugün ülkeyi idare edenler de bunun yanlış ve ideolojik olduğunu söylüyorlardı.
Bugün aynı kişiler yetki sahibi olunca dünkü söylediklerini kabul etmeyerek, uygulamaları bir bir sergilemekte beis görmüyorlar.
En az oy alanı rektör, en az oy alanı da dekan yapıyorlar. Ne hikmetse dün bağıranlar, bugün susuyor.
Üniversitelerde ilim adamlarının istifaları peş peşe gelirken, üniversitemizin dünyadaki sıralamaları dibe vururken susuyorlar.
Soruyorum, bu yapılanlar ideolojik değil midir? Üniversiteleri siyasallaştırma değil midir? Yapılanlar sizce adil mi?
Eğer samimi iseniz, inanıyorsanız, adaletten bahsediyor, halkı adaletinize inandırmak istiyorsanız; sizin yaptığınıza doğru, başkasının yaptığına yanlış bakarak halkı şaşı yapma yerine doğruları her yerde ve her şart altında doğru olarak görmek olmalıdır.
Amaç herkes gibi yargıyı da susturarak ülkede faşizme giden yolu açma yerine, demokrasiyi yerleştirmek ana hedef olmalıdır.
Ne acı ki, bugün tele kulaklarla lehte karar veren yargı oluşturma, yandaş medya ve sivil kuruluşları susturulmuş, üniversiteleri ilimden, irfandan, adaletten yoksun bir yönetim şekli hiç de adil değildir.
Eğitimcilerin isteği açlığa mahkûm edilmiş, ayaklarına prangalar vurulmuş, suskun hocalar yerine araştırmacı, hakkı olanı alan, hak ettiği makamlara gelmiş, araştıran, soruşturanlar olmaktır.
Üniversitelerimiz dünya sıralamalarında haklı yerlerini almış, herkesin yararlandığı, yarışların bir adalet içinde yapıldığı, her gelişmiş ülkede olduğu gibi çocukların haraç ödemeden, can korkusuna kapılmadan, inançlarının ve kıyafetlerinin sorgulanmadığı yerler olmalıdır.
Verilen her türlü karar halkı rencide etmeyen, milletin güvenine mazhar olmuş, ideolojilerden uzak olduğu yargıçların oluştuğu adalet yerleri olmalıdır.
Ne hükümet yargıyı dahası tüm kurumları siyasallaştırmaya kalkmamalı, işine gelmeyen konularda demokrasinin nimetlerinden faydalanarak iktidar gücüne dayanıp halka zulüm edip, dengeleri altüst ederek intikam peşinde koşmalı, ne de kurumlar ideolojik hareket ederek siyasi erke karşı tavır sergileme adına kararlar vermelidir.
Endişem o ki, Bülent Arınç’ın da açıkladığı gibi ve bugüne kadar yapılanların da gösterdiği üzere adeta benim dışımdaki düşmandır. Öyle ise saldırıp imha etmeliyim harekatının daha da hızlanacağıdır.
Eğitimde bu yapılanlar, kendilerini yetiştirip oralara gelmelerine neden olanlara bir saygısızlık, milletin de geleceğinin baltalanmasıdır.
Unutulmasın ki, “büyük hayalperestlerin düşleri asla gerçekleşmez. Onlar her zaman daha fazlasını ister.” Sizler gerçekleşmeyecek hayallerin peşinde koşma yerine geçmişin tutsağı olmayı bırakıp geleceğin mimarı olun.
Devamını oku

AB’DEN HİBE ALAN GAZETECİLER

AB’DEN HİBE ALAN GAZETECİLER • Avrupa Birliği (AB), Türk gazeteci ve editörlerine yüz binlerce Avro hibe dağıttı! Kimdir bu gazeteciler? • AB, son iki yılda Brüksel’de 246 Türk gazeteciyi eğitti. Kimdir bu eğitilenler? • AB, yazılı medyadan 3, televizyondan da 3 kişiyi Brüksel’de “uzun süreli” eğitti! Kimdir bunlar? • Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, bu gazetecilerin adlarını bir sır gibi saklıyor! Niçin? • Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu, ‘AB’den hibe alan gazetecilerin adlarını açıklayamam’ diyor! Neden? • Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, AB’den hibe alan gazetecilerin kim olduğunu bilemem diyor! Doğru mu söylüyor? İşte, tüm bu soruların yanıtları: “GAFLET DALALET HIYANET”, Yılmaz Dikbaş, AsyaŞafak Yayınları, İstanbul, Ekim 2007 29 Ekim 2007’de tüm kitapçılarda! Yılmaz Dikbaş dikbas@kalinka.com.tr www.kalinka.com.tr
Devamını oku